Birçok fotoğrafçıya bu soruyu sordurtan nedenleri tahmin edebiliyorum. Kompozisyon konusunda yazılıp söylenenlere karşın bunlarla taban tabana zıt örnekler görüyorsunuz. Bunları yapanlar bu tavırlarını ısrarla tekrarlıyorlar ve çok kısa zamanda popüler oluyorlar. Bir kez şunu düzeltelim! Onlar, bu işleri yüzünden popüler oluyor değiller; popüler olmak için ısrarlı oldukları için bunu başarıyorlar.
Yazar: Prof. Sabit Kalfagil
Birçok fotoğrafçıya bu soruyu sordurtan nedenleri tahmin edebiliyorum. Kompozisyon konusunda yazılıp söylenenlere karşın bunlarla taban tabana zıt örnekler görüyorsunuz. Bunları yapanlar bu tavırlarını ısrarla tekrarlıyorlar ve çok kısa zamanda popüler oluyorlar. Bir kez şunu düzeltelim! Onlar, bu işleri yüzünden popüler oluyor değiller; popüler olmak için ısrarlı oldukları için bunu başarıyorlar. İşleri de belki biraz katkıda bulunuyor. Günümüz insanı çok meşgul ve görüntüye fazlasıyla tok olduğu için, sizi keşfetmesi şöyle dursun, sizinle ilgilenecek halde değil. Onun ilgisini ancak tacizle, sürekli önüne çıkarak ve biraz da yapacağınız tuhaflıklarla çekebilirsiniz.
Genelde fotoğraf estetiği, özellikle de kompozisyon konusunda, bazı noktalara değinelim. Bir kere estetik, bir süsleme bilgisi değildir. Günlük yaşamımızda en çok yer alan mimarlıktan örnek verirsek; yapıların kaba kısmını inşaatçı mimar denen adamın yapıp bitirdiği sonra adına dekoratör mimar denen kişinin yapıyı teslim alıp giydirdiği günler 19. yy’da kaldı. Modernizmle birlikte, yapının bir tek tasarımcının işi olduğu ve onun, kaba yapıdan itibaren diğer tasarımcıları bir orkestra gibi yönettiği gerçeği kabul edildi. Hatta dekorasyon denen şeyin bir üst yapı olmadığını ifade eden bir söz vardır, “dekorasyon cinayettir” diye. Bu lezzetli bir yemeği, sonradan eklenen bir sosla rezil etmeye benzer.
Çevremize bakacak olursak, ondaki tüm güzelliklerin bir işlev yüzünden böyle olduğunu, hiçbir şeyin kasten, güzel olsun diye yaratılmadığını keşfedebilirsiniz. Güzellik, pastanın üstüne sıkılan krema gibi ekleme bir öğe değildir, yapısaldır. Güzel olan yaradılıştandır. Makyaj, onu güzel yapmaz, dışına sahte bir kabuk imal eder.
Bize düşen, çevremizdeki tüm öğelere bakıp onların yapısallığını kavramak ve onları kendi yaradılış doğasına uygun biçimde fotoğrafa geçirmektir. Karşımızdaki bir salkım üzüm, nereden bakarsınız bakın aynı üzüm değildir. Belli bir bakışa göre, belli bir ışık altında, belli bir arka plan önünde, daha çok kendisi gibidir. Hatta belki daha çok sizin üzümünüzdür.
Ben yaşamı boyunca ışığı fark etmemiş, onun objelere ne yaptığını anlayamamış fotoğrafçılar gördüm. Yıllardır fotoğraf çektiği halde fotoğrafta arka planın önemini kavrayamamış fotoğrafçılar gördüm. Fotoğrafı, objenin karşısına geçip onu çerçeveye yerleştirmekten ibaret sayanlar pek de az değiller.
Fotoğrafın yapısal bilgileri bizi, çevreye bakarken daha donanımlı kılmaya yarar. Bir bakıma, bize görmeyi öğretir. Bunun daha çok “kompozisyon kuralları” veya prensipleri gibi algılanması edilgin bir kavrayıştır. Yapacağı işlemi bir dış emir ve reçeteye göre yapma ve böylece işin uygunluğunu garanti edip sorumluluktan kurtulma isteğidir. Ne yazık ki, böyle şifalı ve mucizevi reçeteler mevcut değil.
Pekiyi, öyleyse kompozisyon bilgileri nedir? Bu bilgiler, insanlık tarihi boyunca yaşanmış deneyimlerin bir özeti, bir ortalama sağduyu rehberidir, emredici değildir. Haber vericidir. Tepki duymayı, kafa tutmayı haklı gösterecek bir buyurganlığı yoktur. Uzun bir geçmişin birikimi olan ve zaman içinde ağır bir evrim geçirmiş olan bu bilgiler, nasıl oluyor da ani bir şekilde hükümsüz oluyorlar? İnsanın sağduyusu keskin bir viraj mı aldı, bir sıçrama mı yaptı ki beğendiği ve beğenmediği şeyler yer değiştirdi. Burada sert bir değişimden söz ediliyorsa, bu hücrelerimize, genlerimize kadar yerleşmiş tercihlerimizin değiştiği anlamına gelmez. Gerçi dönüp sanat tarihine bakacak olursak, insanoğlunun rahat durmadığını, akıllı bir Romanesk dönemden uçuk bir Gotik döneme, sonra akılcı ve insancıl Rönesans’a, daha da sonra çılgın bir Barok döneme geçtiğini görürüz. Ne var ki bu değişimler ikişer üçer yüzyıl almıştır. Bugünkü ani değişiklikse iki nedene bağlanabilir:
1- İkinci Dünya Savaşı Avrupa’yı harap etti. O sırada egemen olan Modernizm akımı ve özellikle Bauhaus etkisiyle, kısa zamanda, yeterince olgunlaşmamış tasarımlarla, çok sayıda tekdüze ve ruhsuz yapılar üretildi. Bu her şeyi akla ve işleve bağlayan akım, bir karşı akıma neden oldu. Bu da “postmodernizm”dir. Hiçbir şeyi ciddiye almayan, hiçbir şeye saygı duymayan bu alaycı akım, bütün kurallara karşı koydu. Kanımca, ileride ibretle anılacak ürünler verdi. Kurallara karşı olmak, bir bakıma kutsandı.
2- Yaşadığımız günlerdeki iletişim bombardımanı, insanların kafalarını serseme çevirdi. Bugünler, tüm algı potansiyellerinin esir alınıp felç edildiği günlerdir. Bu yarı narkotik ortamda, insanların ilgi ve algı eşikleri ciddi şekilde yer değiştirmiştir. Onların ilgileri doğal tercih ve eğilimlere uygun işlerle değil, balyoz etkisi yapacak işlerle çekilebilir. İşte bu yüzden, günümüz hep aykırı arayışlar dönemi oldu.
YORUMLAR
Yol gösterici nitelikteki yazılarınızın devamını diliyorum…