Henüz çok küçük yaşlarda, babasının izinden giderek fotoğrafçılığı meslek olarak yapmaya karar veren usta bir foto muhabir olan Süleyman Arat, Nikon Marka Elçileri röportaj dizimizin bu ayki konuğu oldu.
Henüz çok küçük yaşlarda, babasının izinden giderek fotoğrafçılığı meslek olarak yapmaya karar veren usta bir foto muhabir olan Süleyman Arat, Nikon Marka Elçileri röportaj dizimizin bu ayki konuğu oldu.
Fotoğrafla küçük yaşlarda babanızın stüdyosunda tanışmışsınız. O yılları biraz anlatır mısınız? Fotoğrafçılığınızı nasıl ilerlettiniz? Fotoğrafçılığı meslek olarak seçmeye nasıl karar verdiniz?
Babasına derin hayranlık besleyen bir çocuğun, rol modelinin boynunda, evdeki masanın üzerinde, yatak odasındaki komodininde sürekli fotoğraf makinesi görmesi elbette ki rotasını da belirlemesinde etken olmuştur. Babamı taklit için olsa gerek çocukluk yıllarımda oyuncaklarım fotoğraf makinesi kılıfı, boş filim ve kart kutularıydı. Ancak gerçek anlamda babamın yaptığı işi ilk kavradığım günler sanıyorum 5 yaşıma rastlıyor. Babamın, yani kahramanımın elinden tutarak Laleli’de ki stüdyosuna gitmiştim. Stüdyonun girişinde kocaman harflerle ‘Foto Fen’ yazıyordu. Bunun nedeni dükkanın yerinin Fen Fakültesi’nin tam karşısında olmasıydı. Bütün duvarlarında kocaman fotoğrafların asılı olduğu stüdyo çok etkileyiciydi. Ayrıca babam dükkana gelen bir müşterinin spotları yakarak harika fotoğraflarını çekmesini hayranlıkla izlediğimi hatırlıyorum. Hele bu fotoğrafları karanlık odaya girip basmasından sonra kararımı verdim ‘Ben de büyüyünce fotoğrafçı olacağım.’ Daha sonraki yıllarda işleri çok yoğun olduğu için babam evimizin mutfağına bir karanlık oda kurdu. Bir agrandizör, banyoların ve sabitleyicinin bulunduğu plastik kaplar da gelince babam karta pozlamayı yapıyor, annem birinci banyoda duruyor ve ben de elimdeki çubukla kartları hipoya bastırıyordum. Bunları yaşayan bir çocuğun başka bir mesleğe gönül vermesi mümkün mü?
Hürriyet Gazetesi'ne girmeniz nasıl oldu? 30 yılı aşkın zamandır aynı gazetede çalışmak meslek hayatınıza neler kattı?
Stüdyonun yanı sıra babam aynı zamanda Fen Fakültesi’nin tez fotoğraflarını da çekiyordu. O yıllarda yeni 68-69 yıllarında okulda öğrenci olayları fazlaca oluyormuş. Atlı polislerle öğrencilerin çatışmalarını içeri rahatlıkla girebildiği için babam hep fotoğraflayıp gazetelere götürüp yayınlatmış. Ardından da gazete şefleri babama iş teklif etmişler. Bir süre Yeni İstanbul, Ekspres Gazetelerinde çalışan babam ‘Gazetecilikte para yok’ diyerek tekrar kendi işine dönmüş. Ancak yaşadığı ilginç hatıraları anlatırken beni çok etkiledi. Kararımı vermiştim önce iyi bir fotoğrafçı ardından da gazeteci olacaktım. Öyle de yaptım. Önce babamın yetiştirdiği öğrencisinin yanında fotoğrafçılığı öğrendim. Ardından işe girmek için Güneş Gazetesi’nin kapısını çaldım. Tam işe başlayacağım gün bir yakınımız Hürriyet Gazetesi’nde tanıdığı olduğunu söyledi ve ‘Boğulacaksan büyük denizde boğul’ dedi. Hürriyet Gazetesi’nin Cağaloğlu’ndaki binasının kapısını günlerce aşındırdım. Ancak o tanıdığa bir türlü ulaşamadım. Sonunda danışmadaki görevlilere isyan ettim. Bunun üzerine beni dönemin efsane İstihbarat Şefi Mehmet Türker’in yanına çıkarttılar. Sanıyorum gazımı almak için yapılan bir operasyondu bu. Ancak bir süre konuştuktan sonra Mehmet Türker adımı soyadımı sordu ve ‘Elemana ihtiyacımız olursa biz seni arayacağız’ dedi. Atlatılıyordum ama şans bu sırada yüzüme güldü. ‘Adım Süleyman Arat’ dediğimde Mehmet Türker gözlüklerinin üzerinden bana baktı ve ‘Sen Yüksel Arat’ın yakını mısın?’ diye sordu. Babamın o kısa dönem yaptığı gazetecilik günlerinden arkadaşına rastlamıştım. ‘Babandaki yeteneğin yarısı sende varsa yaşadık Süleyman’ dedi ve beni deneme olarak işe başlattı. Kendimi kanıtlamış olmalıyım ki ilk adım attığım o günden bu güne tam 34,5 yıldır aralıksız Hürriyet’te çalışıyorum.
İlk foto muhabirlik yıllarında ne tür fotoğraflar çektiniz? Spor ve futbol dalına geçişiniz nasıl oldu?
Mesleğe başladığım ilk gün habere gittim ve ertesi gün gazetede fotoğraflarım yayınlandı. Ancak meslekte hamdım ve pişmem, mesleği, çalışanları, gazetecinin davranış tarzını öğrenmem tam 1 yılımı aldı. İlk gün fotoğrafım gazetede yayınlanmasından sonra tam 1 yıl hiç işe yollanmadım. Daha sonradan yavaş yavaş küçük ve sayfaya girme şansı zayıf haberlere yollandım. Çeşitli toplumsal olaylarda, güncel haberlerde peş peşe çektiğim fotoğraflar beğenilmeye başlandı. Kendime güvenim de artınca tabiri caizse ben de coştum. Artık hem kendi haberimi yazıyor hem de fotoğrafımı çekiyordum. Gazetecilik dilinde İstihbarat denilen serviste birçok siyasi lideri takip ettim, yabancı konukları izledim, günlük adli olaylara gittim, toplumsal olayları fotoğrafladım, bazen konserler, bazen cinayet mahalleri, bazen siyasi çatışmalar, bazen büyük sansasyonel haberler, bazen şehir dışı bazen yurt dışı haberler, bazen bölgedeki savaşlara yollandım. İsteğim, inatçı kişiliğim ve atak yapımla hepsinin üstesinden geldiğime inanıyorum. 25 yıl bu tarz haberciliğin içinde bulunduktan sonra o zamanki şefimizle uyumumuz bozuldu ve anlaşamaz olduk. Gazetem benden yararlanma isteğinde ısrarcı olunca sorunu spor servisine geçerek tatlıya bağladık. Yaklaşık 10 yıldır spor servisinde spor fotoğrafları çekiyorum.
Bir Beşiktaşlı olarak Fenerbahçe futbol takımını takip etmek ve fotoğraflamak konusunda neler söyleyebilirsiniz? Özellikle Beşiktaş-Fenerbahçe maçlarında işinizle duygunuzu karıştırdığınız oluyor mu?
Ben sıkı bir Beşiktaş taraftarıyım ama mesleğine aşık bir Beşiktaşlı. Mesleğim benim hayatım ve bu mesleğimi yaparken tarafsızlık ana prensibim. Spor servisine geçince o zamanki şefimiz bugün ise müdürümüz olan Mehmet Arslan beni Fenerbahçe’ye muhabir ve foto muhabiri olarak görevlendirdi. Tuttuğum takımı hiç saklamadım. İnsanlar beni tanıdıkça tarafsızlığımı anladı ve bağrına bastı. İstihbarat yıllarında da A veya B partisine sempati duyduğum yıllar olmuştur. Ancak tüm siyasilere gazeteci gözüyle yanaşmış asla kalbimdekini kalemime veya objektifime karıştırmamıştım. Ben gazeteciyim ve tarafsızım ama kalbim Beşiktaşlı. Beşiktaş Fenerbahçe maçlarında ise tek derdim iyi bir fotoğraf, konuşulacak bir kare yakalayabilmek. Ertesi gün gündem yaratacak bir fotoğraf yakaladıysam zaten o haz Beşiktaş kaybettiyse bile üzüntümü arka plana iter. Kısacası önce gazeteciyim sonra Beşiktaşlı.
Türkiye'de foto muhabirlik mesleğinin geldiği noktayı yeterli buluyor musunuz?
Fotoğraf mesleğinin sonu yoktur. Hele ki teknolojik anlamda sürekli yenilikler olurken nasıl yeterli bulabilirim? Ancak şunu diyebilirim, Türk fotoğrafçıları dünyanın asla gerisinde değil. Ben yurt dışında bir maça gittiğimde yanımda oturan başka bir ülkenin foto muhabirinden kendimi asla geride görmedim hala da görmüyorum. Önde gelen ajansların bize göre teknolojik ve rahat çalışma anlamında avantajları olsa bile biz de çok iyi noktadayız.
"Yokuş Yukarı" isimli bir kitabınız bulunuyor. Neler anlattınız bu kitapta? Başka bir kitap veya fotoğraf albümü çalışmanız var mı?
Yılardır yazma konusuna bir merakım bir isteğim var. Bu isteği ilk olarak 2010 yılında bir spor kitabıyla hayata geçirdim. Bir şampiyonluk masalını anlatan kitabım çok beğenildi ve umduğumdan çok sattı. Ardından kendi hayat hikayemi kaleme aldığım otobiyografi tarzındaki kitabım Yokuş Yukarı’yı okurlarla buluşturdum. 488 sayfa olan bu kitabımda kendi hayat hikayemi omurga yapıp çevresine mesleki hatıralarımı yerleştirdim. Bu kitabım da ilki kadar olmasa bile tatmin edici bir rakama ulaştı. Son 1,5 yıldır da yeni kitabımın üzerinde çalışıyorum. Bu kitabımda gerçek bir yaşam hikayesini roman tarzında yazmaya çabalıyorum. İlk romanım olacağı için beni çok heyecanlandırıyor ve rafta göreceğim ana kadar da sanırım bu heyecanım geçmeyecek.
Nikon ile tanışmanız nasıl oldu? İlk Nikon marka fotoğraf makinenizi hatırlıyor musunuz?
Fotoğrafçılığa Retina 1A ile başladım. Hürriyet Gazetesi’ne ise Praktica ile girdim. Ancak fotoğraf servisi şefimiz Atılay Kayaoğlu ‘Bu iş ciddi bir iş ve ciddi bir makine almalısın’ dedi. Geçici olarak, çok kısa bir süre F2 kullandım. Ancak ilk önemli fotoğraf makinem ve Nikon’la tanışmam FE ile olmuştur. Bu makinemi çok sevmiş, birlikte çok başarılı işlere imza atmıştık. Ardından F3, Kodak-Nikon ortak yapımı ilk dijital makine, D2Hs, D3, D4 ve D4s kullandım. Meslekte fanatik derecede Nikoncu olarak bilinirim. Başka makinelerle Nikon’u kıyaslamaya kalkışan olursa çok daralıyorum. Zira yıllardır bu marka ile aramda oluşan bir gönül bağım ve aidiyet duygum var.
Şu anda hangi ekipmanları kullanıyorsunuz? Ayrılamadığınız ekipmanlar hangileri?
D4s ve hala eski D3’ümü kullanıyorum. İki makinemi de çok seviyorum ama D5’i alıp artık D3’le vedalaşma zamanım geldi gibi. Tüm ekipmanlarım benim için çok değerli. İki makinem ve Nikon objektiflerim 300mm, 70-200mm, 24-70mm çantamdaki olmazsa olmazlarım.
YORUMLAR