Nikon Marka Elçileri röportaj dizimizin bu ayki konuğu olan Turgut Tarhan, fotoğraf çekerken resim, müzik ve matematiğin kendisine ilham verdiğini ve yol gösterici olduğunu belirtiyor.
Mühendislik eğitimini yarıda bırakarak fotoğraf dünyasını seçen Turgut Tarhan yıllardır Atlas Dergisi için çalışıyor. Nikon Marka Elçileri röportaj dizimizin bu ayki konuğu olan Turgut Tarhan, fotoğraf çekerken resim, müzik ve matematiğin kendisine ilham verdiğini ve yol gösterici olduğunu belirtiyor.
Öğrencilik yıllarınızda başladığınız fotoğraf serüveninizi biraz anlatır mısınız?
Lise yıllarıydı. Ailemden büyük güçlükle ve ancak her gün telefon etmek şartıyla izin alabilmiştim. O dönemde jetonlu telefon kulübeleri yaygındı. 2 ay boyunca tek başıma batıdan doğuya, kuzeyden güneye Türkiye gezisi yaptım. Zaman zaman adeta handan bozma otellerde kalmıştım. Elimde biriktirdiğim parayla alabildiğim Lomo Smena vardı. Bu, prime lensli, temel ayarlara izin veren basit, pozometresiz bir 35mm rangefinder makineydi. O zamanlar negatif film kullanıyordum. Döndükten sonra okula öğretmenlerimin bu girişimi ve fotoğraflarımı takdir edip, önce okulda, sonra da Ankara Dösim sergi salonunda sergilenmesi için destek vermelerini hiç unutmayacağım.
O yıllarda fotoğrafçılığı bir meslek olarak yapmayı düşünüyor muydunuz?
Lisede değilse bile üniversite yılları için evet diyebilirim. ODTÜ Makine Mühendisliği bölümündeyken kütüphanede çalıştığım masada sıkılıp, yıllara göre ciltlenmiş eski National Geographic sayılarına bakar ve bir gün böyle fotoğraflar çekebilme hayali kurardım. Akademisyen ve araştırmacı olma hedefine yetersiz not ortalamam nedeniyle ulaşamayacağımı anlamıştım. Zaten bir yıl sonra okulu kendi isteğimle bıraktım; mühendislik bana göre değildi. Bu kararımdan hiçbir zaman pişmanlık duymadım.
Atlas Dergisi ile yolunuz nasıl kesişti?
Atlas Dergisi’ni ilk yıllarından beri takip ediyor, bazı sayılarını alıyordum. O yıllarda bir seyahat acentesinde yöneticilik yapıyor ve boş zamanlarda fotoğraf konusunda kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Yamaç paraşütü eğitmenim Hakan Öge’den bir gün dergi çalışanlarıyla tanıştırmasını rica ettim. O zamanki Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek, ışıklı masada saatlerce dialarıma bakmıştı. Sonra ilk görevime gittim. Havuzun en derin yerine atılmıştım adeta… İşte o günden beri Atlas için çalışıyorum.
İlk ciddi uçuş eğitiminizi 1994 yılında yamaç paraşütü dalında aldığınızı biliyoruz. Uçuşa olan ilginiz nasıl başladı? Hava fotoğrafçılığında kendinizi nasıl geliştirdiniz?
Evet, öyle… Çocukluk yıllarımda yürürken sıklıkla yerdeki şekilleri sanki ölçekli gibi hayal ederdim. Yani bir uçağın penceresinden bakıyormuş gibi görmeye çalışırdım. Mesela otları ağaç, taşları ise ev gibi düşünürdüm. Yamaç paraşütü uçuşlarım 1996’da Babadağ’da geçirdiğim kazayla son buldu. İki ayak bileğim de fena halde kırılmıştı. Yıllar süren zorlu tedavi sürecinin ardından tekrar yürüyüp koşabiliyor, dağlara çıkabiliyordum. Hayatımın bu ikinci yarısında yamaç paraşütüne artık yer yoktu. Daha sonra microlight ile tanıştım ve hava fotoğrafı konusunda tecrübe kazandım.
Özellikle son birkaç yıldır insansız hava araçları ile pek çok video ve fotoğraf çekimi yapılabiliyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Siz de drone kullanıyor musunuz?
En başından beri gelişmeleri takip ediyordum. İlk insansız hava araçları oldukça pahalı ve sorunluydu. Öte yandan birçoğu da alıp uğraşmaya değmeyecek kadar basit, oyuncak sınıfında aletlerdi. Ancak şimdi fiyat / performans düzeyi gayet makul düzeye geldi. Yakın tarihte mütevazı bir drone sahibi oldum. Deyim yerindeyse boyundan büyük iş yapıyor. Henüz işin acemisi sayılırım. Videodan çok fotoğrafa odaklanıyorum. Çözünürlüğü mükemmel değilse bile dikkatli işlendiği takdirde dergide çift sayfa basılabiliyor. En büyük sitemim, kişi ve kurumların drone’lara karşı kuşkucu ve negatif tavrı. Bazı insanların sorumsuz davranışlarının cezasını başkaları çekmesin. Mesela şehir üzerinde uçurmak artık sıkıntılı, denemiyorum bile.
Daha çok ne tür fotoğraf çekiyorsunuz? Fotoğraf tarzınızı nasıl anlatırsınız?
Özellikle doğal ve kentsel peyzaj fotoğrafları çekiyorum. Fotoğrafçılığı biraz tıp doktorluğuna benzetiyorum; nasıl ki her hekim yeri geldiğinde kendi branşı dışındaki vakalara da müdahale edebiliyorsa bile elbette en iyi kendi uzmanlık alanına hakimdir. Fotoğraf da pek farklı değil. Yeri geldiğinde portre de çekebilirim, ama bu konuda bir iddiam yok. Landscape, yani peyzaj fotoğrafçılığı ise kendi alt branşları ve yenilikçi yöntemleriyle uçsuz bucaksız bir okyanus gibi. Bu sularda yönümü kaybetmeden yolumda ilerlemeye çalışıyorum. Fotoğrafta her zaman resim sanatı, müzik ve matematik benim için ilham kaynağı ve yol gösterici olmuştur, olmaktadır.
İlk Nikon fotoğraf makinenizi hatırlıyor musunuz? Modeli neydi? Şu anda hangi Nikon makine ve objektiflerini kullanıyorsunuz?
Nikon ile dijitale geçiş aşamasında tanıştım, öncesinde analog orta format ile çalışıyordum. İlk Nikon fotoğraf makinem D200 modeliydi. Daha sonra D300 ve D700’üm oldu. Şu anda ise D800 gövdem var, çoğu prime lenslerden oluşan bir optik yelpaze kullanıyorum. Hatta bazıları manuel Nikon lensler. Peyzaj fotoğrafında zoom yeteneği ve hız ikinci planda kalıyor. Görsel kaliteyle birlikte hafiflik ve küçük boyut benim için öncelikli parametreler.
Eklemek istedikleriniz…
Fotoğraf dünyası son yıllarda büyük dönüşümlere sahne oluyor. Bunlardan en önemlisi ise paylaşım alanında yaşanıyor. Bu değişim ve dönüşüm rüzgarına her fotoğrafçının yelken açması gerektiğini; bunun hem kendisi, hem de tüm dünya için pozitif katkı sağlayacağını düşünüyorum. Ancak günümüzde fotoğrafta rekabet, hiç görülmemiş boyutlara taşındı. Bunun sonucunda paylaşım platformlarında boy gösteren fırsatçı ve zararlı oluşumlar, yapılanmalar karşısında dik duruş sergilemek gerekli.
Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.
YORUMLAR