Fotoğrafçı gördüğünü çekmeye mahkum değildir. “Orası öyleydi, ben de oradaydım, öylece çektim” gibi bir mazereti sözde gerçekçilik bağlamında söylemiş olmasının bir değeri yoktur.
Yazar: Prof. Sabit Kalfagil
Ön Görselleştirme – Previsualization
Finlandiyalı ünlü mimar Alvar Aalto’ya maledilir. Güya dermiş ki: “Tasarladığım mekanları bitirip içine girdiğimde başlangıçta bu etkinin sadece %30’unu hayal etmiş olduğunu fark ederim.” Ben buna inanmam. Bunun yerine şöyle demiş olabilir “başlangıçtaki hayalimin ancak üçte birinin gerçekleşmiş olduğunu fark ederim.” Neden derseniz, çünkü başlangıçtaki hayal sınırsızdır, bedavadır, şımarıktır. O ancak realitenin sınırlamaları yüzünden %100 gerçekleşemez. Gerçekleşme yüzdesi ancak deneyimle artar. Neden artar? Çünkü deneyimli kişi hayalini ta baştan, gerçeğin koşulları ile sınırlamıştır. Böylece hayaliniz artık ham hayal olmaktan çıkar. Hayalle realite daha ilk ağızda oldukça barışıktır. Yoksa gerçekleşmesi olanaksız hayallerle avunmanın bir yararı yoktur. Sonucu ise hayal kırıklığıdır. Bu yüzdendir ki bir sanatçının kuracağı hayal egemen olduğu bir uygulama diliyle olmak zorundadır. Hiç bir anlatım tekniğine sahip olmayanın kuracağı hayalin bir değeri yoktur. Bu yüzdendir ki, bir sanatçı önce bir zanaatın sahibi olmalıdır. Rüya tabir ettirir gibi hayalinizi bir başkasına anlatıp ondan gerçekleştirme bekleyemezsiniz. Benzer şekilde belli bir anlatımın hayali başka bir anlatım diline çevrilip realize edildiğinde ortaya soylu bir iş çıkmaz.
Bir heykeltıraşa sormuşlar: “Bu dört köşe kaba blokları o muhteşem heykellere nasıl dönüştürüyorsun diye…”, kolay demiş, “Heykel zaten bloğun içindeydi. Ben fazlalıklarını kesip attım heykel meydana çıktı.” Bunu diyen kişi, bloğa baktığında onu, içinde heykelin bulunduğu bir buz kalıbı gibi adeta şeffaf görüyor. Sadece içindekini beyaz opak haliyle hayal ediyor olmalı. Ancak böylece keski ile buzları temizlerken heykele zarar vermeden işini bitirebilir.
Doktorların piri sayılan Hipokrat genç doktorlara boşuna dememiştir. Öncelikle mevcut hastaya zarar verme diye. Oysa keskiyi ve çekici eline ilk kez alan aceminin gözünde o mermer blok saydam değildir. Mermeri hangi derinliğe kadar oyacağını bilemez. İstediği kadar hayalini zorlasın keski heykele zarar verecektir.
Fotoğraf: Prof. Sabit Kalfagil
Fotoğrafçı gördüğünü çekmeye mahkum değildir. “Orası öyleydi, ben de oradaydım, öylece çektim” gibi bir mazereti sözde gerçekçilik bağlamında söylemiş olmasının bir değeri yoktur. Mermerin içinde bir heykel gören sanatçı gibi fotoğrafçı baktığı sahnede bir fotoğraf hayal eder. Mevcut koşullar kurduğu hayalle bire bir örtüşmüyor olabilir. O takdirde hayali gerçekleştirecek koşulları yaratır. Yok, olmuyorsa vazgeçer. Fotoğraf biraz da vazgeçmektir. Bu fotoğrafın doğasına uygundur. Çevremizi saran sınırsız olasılıklardan sadece bir tekini çekmeye karar verdiğimizde diğer bütün olasılıklardan vazgeçiyoruz demektir. Fotoğraf seçici bir süreçle işler. Resim gibi değildir. Resim yapan kişi düzenini ekleme yoluyla kurar. Olmayanı ekler, istemediğini görmezden gelir. Fotoğrafçı ise istediğinin oluşması için istemediklerinin çıkıp gitmesini bekler. Fotoğraf resme göre işçiliği daha kolay görünen ama daha çok sabır ve titizlik isteyen bir iştir. Eğer fotoğrafçının adına “previsualization” dediğimiz, önceden görselleştirme gücü yoksa hiç sıkıntı çekmeden bulduğu ile yetinecek ve ilk bulduğunu çekecektir. Peki, bu ön görselleştirme gücü nasıl kazanılır? Elbette zamanla ve eğitimle… Ama her ikisi ile birden. Çünkü tek başına zamanın bir şifa olmadığı görülmüştür. Çünkü yıllardır fotoğraf çeken kendisi ile barışık nice mutlu insanların bir adım öteye gitmediği görülmektedir. Bu işin eğitimini almış nice diploma sahibinin fotoğraf denen büyüden nasiplenmemiş olduğu görülür. Zorla güzellik olmaz! Fotoğraf eğitimi gençlerin iş bulmak için seçecekleri dallardan herhangi biri değildir. Fotoğraf eğitimi genel sınavlarda düşük puan almış öğrenciler için bir sığınak olamaz. Üstelik bu gençler gerçekten fotoğrafa istekli pırıltısı olan birçok genci dışlayan saçma sapan bir sınav sistemiyle seçiliyorlar.
Gene dönüp dolaşıp, örgün eğitimin dışındaki fotoğraf gönüllülerine bel bağlıyoruz. Bunların bir kısmı derneklerdedir. Dernekler iki yönlü kurumlardır. Öncelikle bir sosyalleşme isteğine cevap verirler. Bu yönüyle bir lokal, bir kulüp hüviyetleri vardır. Bunun yanında gerçekten fotoğraf peşinde olanların kesiminde eğitim kursları görülür. Bu kurslar örgün eğitim kurumlarının verdiği alışkanlıkla sınıfta, tahta başında belli saat ders alırlar. Sonunda sadece bir gün veda yemeği gibi çekime çıkılır. Bazen çekilenlerin sonuçları bile görülmez, tartışılmaz. Fotoğraf eğitimi almak bilgi depolamak değildir. Bütün vücudumuzun reflekslerimizin eğitilmesi demektir. Baktığınız her yönde eğer varsa fotoğraf görebilecek yatkınlığın ve koşullanmanın kazanılması demektir. Bu da uygulama ve eleştirme ile kazanılır. Yoksa sadece akıl yürüterek ve fotoğraf olmayan sıradan görüntülere anlam yakıştırarak fotoğrafçı olunmaz. Ancak ondan sonra baktığı mermer bloğu şeffaflaştıran ve içindeki heykeli görebilen sanatçı gibi ön görselleştirme yetisi kazanılabilir.
YORUMLAR
Hocam , kaleminize sağlık. Çok güzel bir yazı.