Günümüz modern toplumu aşırılıklar ve yapaylıklardan beslenmektedir. (Özgürleşen bireyler, özgürleşen para, özgürleşen haklar) Diğer bir taraftan, televizyon ve internet ağlarının sürekli yayını ile bireyler hazmedebileceklerinden daha fazla bilgiye ve imaja maruz bırakılmaktadır.
Yazı ve Fotoğraflar: Ali Alışır
Günümüz modern toplumu aşırılıklar ve yapaylıklardan beslenmektedir. (Özgürleşen bireyler, özgürleşen para, özgürleşen haklar) Diğer bir taraftan, televizyon ve internet ağlarının sürekli yayını ile bireyler hazmedebileceklerinden daha fazla bilgiye ve imaja maruz bırakılmaktadır. Görüntülerin yakınlığı ve izdihamı ile bireyler imajlar dünyasına gömüldükçe nesnel dünya ile bağlantısı kopmakta, izlenilen her haber, her facia, her görüntü toplumda trajik olanın daha fazlasının görülmesine ihtiyaç yaratmaktadır. Televizyon ve internet çağı günümüzde adeta ahlaki düşüncelerin ve eylemlerin donakalmış insan görüntüsünü yansıtmaktadır.
Yeni medya ve gelişen teknolojiler, hayal bile edemeyeceğimiz izlenim ve deneyimleri gerçek kılmıştır. Peki, bunların içinde özgürlük nerededir? Hakikat ile kurgu, maneviyat ile maddi dünya arasındaki o keskin çizgiler ortadan kalkmaya başladıkça hayatlarımız birer yanılsamaya dönüşmeye başlamıştır. “Özgürlük” de artık seçim ve kararın olmadığı bir yerdedir. O da bu devasa yanılsamanın bir parçası haline gelmiştir.
2009 yılında Almanya’da bir lisede meydana gelen olay gerçeklik duygusu ile sanal olanın birbirine ne kadar yaklaştığının bir örneğidir. Henüz on yedi yaşında olan Tim Kretschmer isimli öğrenci Bretta marka 9mm’lik bir silahla okula girmiş ve on altı kişiyi vurarak öldürmüştür. Bir gece önce arkadaşına söylediği cümlede enteresandır: “Polise ihbarda bulunmayın, sadece oyun oynuyorum”. Kretschmer sadece dünyanın en popüler oyunlarından Counter Strike oynuyordu. Yaşanılan bu korkunç olayda öfke, şiddet, agresivite gibi duygular sadece sanal dünyadan gerçek dünyaya “masum” bir geçiş yapmıştı.
Bu örnekten yola çıkarsak, aslında günümüzde yaşanılan toplumsal histeri de bu yaşanan felaketten çok farklı değildir. 21 yy da yaşanan önemli savaşlar; Körfez savaşı, Afganistan ve Irak’ın bombalanması ve bombalanan ülkelerde öldürülen insanların görüntülerinin aralıksız arka arkaya yayınlanması – bu sefer bizleri bir video oyunundaymışız gibi tepkisiz bir konuma taşımıştır. (Televizyonun karşısındaki seyirci ile, simülatörler aracılığıyla hedefleri vuran askerler, aynı gerçekliğin acı hissinden tecrit edilmişlerdir) Görüntüyle beraber yapılan bu suç ortaklığı insanlık tarihinde belki ilk defa ahlaki tepkiyi olanaksız hale getirmiştir. (Belki de sanal gerçeklik ölüm korkusuna set çekmiştir) Sanal gerçeklik ve imaj dünyasındaki bu sınırsız özgürlük (ya da donukluk) duygusu, tıpkı on altı masum insanı oyun oynadığını sanarak öldüren Tim Krechmer gibi, bizleri de tepkisiz bir şekilde milyonlarca öldürülen insanın görüntüsünü seyretmemize izin vermiştir. Şüphesiz bu büyük katliamları ve savaşları tepki göstermeden (hayranlıkla) izleyen insanın görüntüsü, 21. yy antropolojisinin en önemli sahnelerinden biri olacaktır.(Şimdiden 20. yy’ın “düşünen adam”ının yerini “izleyen” insana bıraktığı söylenebilir)
M.Ö 345 de Platon, “Yasalar” da oyunu bir ibadet türü olarak tanımlamıştı. Günümüzde oyun, teknolojinin bir parçasıdır. Teknoloji ise bir çeşit ölümden kaçıştır. Bu noktada Oliver Strum’un “duamatik” isimli tasarımı örnek olarak verilebilir. Duamatik kabini, dışarıdan bakınca bir otomatik vesikalık fotoğraf kabinini andırmaktadır. İçine girdiğinizde bir ses sizi karşılayarak “İyi günler. Dua otomatına hoş geldiniz. Şimdi çok sayıda dua arasından size uygun olanı seçebilirsiniz. Ekrana dokunarak dininizi ve mezhebinizi seçiniz. Hangi duayı istediğinize karar verdiğinizde parmağınızla dokunun, dua başlayacak” demektedir. Parayla çalışan bu otomat aslında bir zamanlar katolik kilisesinin yaptığı işi yapmaktadır. Kilise eski dönemlerde belirli bir bağış karşılığında Katoliklerin tüm günahlarının bağışlanacağını ve cennete gideceklerini garanti ediyordu.
Ölüm ile teknoloji arasındaki bu yakın ilişki dinlerin özünde yer alan dünyanın katı gerçekliğini bükmeye olanak tanımasıyla ilişkilendirilebilir. Günümüz sanal insanı kaygı, can sıkıntısı ve ölüm gibi kavramlarla başa çıkmasının yolunu bu sefer teknolojiye(sığınarak) ilişkilendirmiş ve bunların daha ötesinde mutlak hakimiyet fantazyasını yaşayabileceği yeni bir din yaratmış gibidir.
Yeni sanal teknolojilerin gerçekliğe bir alternatif olarak çıktıkları düşünülerse şuan ki konumları hiç de küçümsenecek noktada değildir. Şimdiden siber alan ve sanal ortam gerçeklikten kurtuluş ve aşkınlık yerleri haline gelmiştir. Bu aşkınlık ve uç noktada olma hissiyatı (her an her yerde olma, sürekli kendini gösterme hissiyatı) modern dünyanın ve uygarlığın ayrılmaz –hastalıklı- bir parçası olmuştur artık.
Eski uygarlıkların tarih sahnesinden silinmesi zayıf olmalarından değil “mükemmel” (en uç noktada) olmaya çalıştıkları için gerçekleşmiştir. Mükemmel olmaya mahkum toplumlar, ilerlemenin bilinçli bir amacı olduğunu düşünmez. Mantık zinciri bozulmuş, her şeyin ölçüsü kaçırılmıştır. Bir zamanlar özgün olarak ideolojilerini besleyen fikirler en uç noktada sıradanlaşmış ve kendini yok etmeye başlamıştır.
Bugün bizimde sorunumuz bilinçli bir ilerlemenin değil toplumsal (teknolojik, teolojik, ideolojik ve siyasi olarak) bir şişmenin bir parçası olmamızdır. Günümüze toplumsal şişme, gerçekleşmeyen olayların seyrine tutsak olmuş biz insanların bir yansımasıdır. Diğer taraftan şimdiden karar verme, görme ve inanma sorumluluğunu makinelere devrettiğimizi düşünürsek, bize sürekli estetik, görüntü ve özgürlük üretilen bollukta, hala bu kavramların varlıklarına inanmayı sürdürmek kaldığı söylenebilir…
YORUMLAR